Ana SayfaHakkımızdaHaberlerBasınAOÇ ve HukukBaşkent DayanışmasıKaçak SarayAnka ParkMarmara KöşküAOÇ ABD Çiftliği OlmayacakSergilerArşiv / BelgelerProje Fikir 9AOÇ Davaları Haritası
Yargıtay ne karar verirse versin AOÇ mücadelesi sürecek

Yargıtay ne karar verirse versin AOÇ mücadelesi sürecek

Atatürk Orman Çiftliği’nde, Atatürk'ün Vasiyeti ve Şartlı Bağışını İhlal Davası’nın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi'ndeki duruşmasında karşı tarafın yaptığı savunma tepki çekti. Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ziraat Mühendisleri Odası ve müdahiller “Mekansal ve simgesel olarak AOÇ’ye müdahale ettikleri için Kaçak Saray tanımlamasından rahatsız oldular. AOÇ talan edilmeseydi domates bugün 7 lira olmayacaktı. AOÇ amacı dışında kullanılarak talan ediliyor. Biz Atatürk’ün biyolojik çocukları olmayabiliriz ama bir liderin bize emanet ettiği bu vatanın evlatlarıyız. Bize emanet edilmiş toprakları koruyacağız. Kimse bizim müdahilliğimizi sorgulayamaz, sorgulayamayacak. Ne karar verilirse verilsin AOÇ mücadelesini toplum nezdinde yükselteceğiz” dedi.

 Atatürk Orman Çiftliği’nde, Atatürk'ün Vasiyeti ve Şartlı Bağışını İhlalin tespiti ve müdahalenin meni davasının Yargıtay 14.Hukuk Dairesi'nde duruşması yapıldı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, Ziraat Mühendisleri Odası ve davacı 5 oda ile 46 müdahilin olduğu duruşmaya, müdahil olarak katılan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Muteber Osmanpaşaoğlu, Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden Güngör, Mimarlar Odası Genel Merkez Sekreter Yardımcısı Leman Ardoğan’ın yanı sıra, Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Nihal Evirgen, davacı odaların avukatları ve vatandaşlar katıldı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ziraat Mühendisleri Odası ve müdahililer duruşmaya ilişkin basın toplantısı yaptı. 

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan,  dava sürecini anlatarak şunları söyledi:

“2015 yılında beş meslek odası ve Ankara Barosu olarak Atatürk Orman Çiftliği’nde (AOÇ) Atatürk'ün vasiyeti ve şartlı bağışının ihlalinin tespiti ve müdahalenin meni davası açmıştık. Daha sonra da davaya başka odalar ile vatandaşlar da müdahil oldu. 46 müdahil oldu. Müdahil taleplerimiz kabul edilmişti. 26. Asliye Hukuk Mahkemesi dava görülürken bir anda 4.duruşmada davayı reddetti. Mahkeme kararı Yargıtay’a taşındı. Bugün de Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nde duruşması yapıldı. Avukatlarımız ve müdahil olarak katılan biz de kendi savunmalarımızı yaptık. AOÇ’nin şartlı bağışına aykırı şekilde kullanıldığını ve bunun tespit edilmesini ve 26. Asliye Hukuk Mahkemesi kararının bozulmasını istedik. Bizim karşımızda davalılar Büyükşehir Belediyesi, Başbakanlık ve Hazine idi. Başbakanlık olmadığı için Cumhurbaşkanlığı avukatı davaya katıldı.  Atatürk Orman Çiftliği’nin talanına ilişkin yapılanlar anlatıldı. Bizim kaçak Saray söylemimize Cumhurbaşkanlığı avukatı ‘Saray yok, Kaçak Saray yok’ çıkarın onu ifadeden dedi. Bir saray korkusunun olduğu çok açık bir şekilde görülüyor. Büyükşehir Belediyesinin ve aynı zamanda Gökçek’in avukatı savunmasında Atatürk’ün 1937 yılında el yazısıyla yazdığı yazıya şartlı olarak bağışlıyorum demediği için şartlı bağışının olmadığını, adi bir yazı olduğunu ve Atatürk’ün tapuya gidip bağışın tapuda yapılmadığını şartlı bağış yapmadığını iddia etti. Bu davayı açabilmek için malik olmak gerekir dedi yani Atatürk’ün biyolojik olarak çocuğu olmak gerektiğini ifade etti. Zerre kadar AOÇ’den ve Atatürk’ün yazdığı şartlı bağıştan bir şey anlamadıklarını bir kez daha ortaya koydular “

Mekansal ve simgesel olarak AOÇ’ye müdahale ettikleri için Kaçak Saray tanımlamasından rahatsız oldular

Candan, sözlerine şöyle devam etti:

“Atatürk’ün Orman Çiftliği’ni talan etmeyi kafalarına koymuşlar.  Cumhurbaşkanlığı avukatı savunma yaparken Anayasa Mahkemesi’nin bir kararını söylüyor. O karar da yol tünel elektrik su gibi altyapılarının AOÇ sürecinde kamu yararı hizmetlerinin AOÇ’deki arazi noktalarında çok önemli ve bağışa aykırı olmadığını söyleyen kararına atıfta bulundu. Kaçak saray dediğimizde politize etmeyin denildi. AOÇ’nin kendisi çok politik bir alandır. Cumhuriyetin özgürlükçü değerlerinin kurucu mekanı, kentsel tarım, üretim, eğitim ve paylaşım alanıdır. Orada Karadeniz ve Marmara Havuzu ile birlikte bir kentsel rekreasyon, sosyal kültürel dönüşüm alanı. Çok politik bir alan oraya müdahale eden herkes o rejimle hesaplaşmak için müdahale ediyor. Kaçak Saray ismi zikredildiğinde politize etmeyin demenin arkasında  yatan neden bu. İdeolojik olarak müdahale ediyorlar rejimle hesaplaşıyorlar.”

AOÇ talan edilmeseydi bugün Türkiye’yi doyurabilirdi, domates bugün 7 lira olmayacaktı

Candan, şunları kaydetti:

“ AOÇ Atatürk’ün şartlı bağışına uygun olarak korunsa ve muhafaza edilseydi bugün Türkiye’yi doyurabilen bir alan olacaktı. Domates pazarda 7 liraya satılmayacaktı tarım alanları talan edilmeyecekti insanlar yoksul kalmayacaktı tohumu İsrail’den, boylu ağaçları yurtdışından ithal etmeyecektik. Sadece bir tarımsal alanı değil Cumhuriyetin bütün kurucu ve kalkınmacı değerlerini ortadan kaldırıyorlar. Halkçı değerini kendi kendine yeten bakış açısını, kadınla erkeğin bir arada sosyalleştiği laiklik ortamını kaldırmaya niyet ediyorlar.. Kentsel politika içindeki çağdaş planlı kentleşmenin ürünü olan bütün işçilerin ihtiyaçlarını karşılayan mekansallığı ortadan kaldırıyor. Bu taamüden yapılmış rejime karşı tavırdır. Onun için çok politik. O politikliğin simgesi Kaçak Saray. onun için her kaçak saray söyleminde  politize etmeyin dediler. Rejimle hesaplaşıyorlar bunu açıkça söyleyemedikleri için korkuyorlar. ‘Aman kaçak demeyin aman saray demeyin aman cumhurbaşkanı duyarda başımıza ne gelir’ derdine düşmüşler Yargıtay ne karar verirse versin AOÇ mücadelesi devam edecek. Bizim 800 davamız var. Bırakın Türkiye’deki davaları AİHM’e taşıdığımız 15 davamız var. Biz dava açma ehliyetini anayasadan alıyoruz. Biz Atatürk’ün biyolojik çocukları olmayabiliriz ama bir liderin  bize  emanet ettiği bu  vatanın evlatlarıyız. Bize emanet edilmiş toprakları koruyacağız. Kimse bizim müdahilliğimizi sorgulayamaz sorgulayamayacak.”

AOÇ amaçlı dışında kullanılıyor, çiftlik özelliğinden çıktı

Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden Güngör, ise, “Bugünkü davayı ibretle izledik. AOÇ yeri daha önceden bataklıkmış Atatürk orayı ıslah etmiş. Tarıma açmış üretime katkısı olsun üreticilere bir yararı olsun orada iyi tarım yapılsın diye burada geniş çaplı faaliyet yapmış. Hatta Ziraat Fakültesi, öğrencilere 1 yıl AOÇ staj yapma zorunluluğu koymuş. AOÇ’de 1 yıl staj yaptıktan sonra mezun olunabiliyormuş. Atatürk burayı Türk halkına emanet etmiş. Türk halkına bağışlamış. Bugün karşı tarafın avukatları inanılmayacak şeyler söylediler.  Anayasa’nın 135. Maddesine göre kamu niteliğindeki odalar olan bizler, dava açamazmışız. Bir kere bu Anayasa’ya aykırı.  Öte yandan duruşmada, o dönemde Atatürk’ün yazdığı yazı alelade bir yazı olarak nitelendirildi. Kamu yararı olduğu için rahatlıkla yol köprü yapılaşmanın yapılabileceğini ifade ettiler. Hayretler içinde kaldım. Atatürk’ün Türk halkına emanet ettiği AOÇ için talan serbest diyorlar. Bu iktidarın bu doğrultuda hareket ettiğini de zaten görüyoruz. AOÇ amacı dışında kullanılıyor, çiftlik özelliğinden çıktı. Bizler Atatürk’ün evlatlarıyız. Atatürk’ün kemikleri sızlıyor. Umarım Yargıtay şartlı bağışı dikkate alır bizlerin ve müdahil olan arkadaşların lehine karar verir” diye konuştu.

Ne karar verilirse verilsin mücadeleyi toplum nezninde yükselteceğiz

Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Nihal Evirgen ise “Bu dava ile bugün memleketimizin içinde bulunduğu durumun küçücük bir duruşma odasında simülasyonunu yaşadık. Duruşmada Atatürk Orman Çiftliği'nin yağmasının tarafında olanlara karşı mücadele edenlerin yaptığı savunma Türkiye sathında yapılan mücadelenin ufak bir örneğidir. Karşı tarafın savunması ise çok dikkat çekiciydi. Kamu yararı ve mülkiyet haklarını birbirine karıştırarak, Atatürk’ün vasiyetinin ve şartlı bağışının sanki yalnızca onun biyolojik evlatlarına aitmiş gibi algılandığı bir savunma yapıldı. Ancak kamu dediğimiz biz, hepimiziz ve meslek odamız da kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü olarak kamunun adına bu yararı savunmakla yükümlüdür. Ne karar verilirse verilsin en önemli şey bütün toplum olarak bu davaya sahip çıkmak ve beş odamızın ve müdahillerin yaptığı savunmayı toplum nezninde ve bulunduğumuz her alanda yeniden yükseltmektir. Atatürk’ün vasiyetine, şartlı bağışına ve AOÇ’ye hep birlikte sahip çıkmak gerekiyor. Daha önce verilmiş kararlar bağımsız bir yargının varlığını sorgulatıyor. Dolayısıyla toplum nezninde hukuku savunmak ve mücadele etmek zorundayız” değerlendirmesini yaptı.

1970’lerde hava kirliliğinin üzücü boyutlara ulaşmamasının nedeni AOÇ’dir

Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Muteber Osmanpaşaoğlu da, “Bugün ilginç bir duruşma yaşadık kararı merak ediyorum. Hakkımızın teslim edilmesini istedik. Çünkü AOÇ Ankara için çok değerli ve çok önemli bir alan. Bir kentsel tarım modeli orada uygulanmış ve dünyaya örnek olmuş. Müdahil olarak yaptığım savunmamda daha önceki yıllardan örnek verdim. 1950’li yıllarda Londra’da hava kirliliğinden kaynaklı toplu ölümler meydana geliyor. Ankara’da 1970’li yıllarda çok yoğun hava kirliliği yaşandı. O zaman uzmanlar, ‘Kentin içinde açık yeşil bir alan olması nedeniyle Ankara’yı AOÇ alanı kurtardı’ diyerek görüş bildirdi. Yargıtay 26. Asliye mahkemesini kararını onarsa bu AOÇ için çok olumsuz bir talan süreci meşrulaşmış olacak” dedi.

 

Mimarlar Odası Genel Merkez Sekreter Yardımcısı Leman Ardoğan ise, “Bir Ankaralı olarak AOÇ'nin kent belleğinden silindiğini görüyoruz. AOÇ benim çocukluğumdaki AOÇ değil. Annem 90 yaşında. AOÇ’ye götürdüğüm zaman ‘beni kandırıyorsun başka yere getirdi’  diyor. AOÇ tanınmaz bir şekilde talan edilmiş durumda, yollarla Kaçak Saray, Ankapark ile Ankara’nın akciğeri olan AOÇ’yi mahfettiler. Bir kültür değeri olarak piknik yaptığımız sosyalleştiğimiz yerler yok olmuş. Bu yeni nesil bunu bilemeyecek” diye konuştu.


Toplam Görüntülenme : 15521
Kategori Haberleri

Yorumlar
Yorum eklenmemiş.
Yorum için giriş yapınız!