Ana Sayfa | Hakkımızda | Haberler | Basın | AOÇ ve Hukuk | Başkent Dayanışması | Kaçak Saray | Anka Park | Marmara Köşkü | AOÇ ABD Çiftliği Olmayacak | Sergiler | Arşiv / Belgeler | Proje Fikir 9 | AOÇ Davaları Haritası |
Nurzen Amuran sordu Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan yanıtladı
Nurzen Amuran sordu Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan yanıtladı Atatürk Orman Çiftliği arazisinin hülle yoluyla ABD’ ye satılmış olması kabul edilir bir şey değil. Nurzen Amuran: Ankara, cumhuriyet tarihimizin simgesi olan bir başkent. Ankara’nın dokunulmazları diyeceğimiz bölgelerine ve yapılarına karşı duyarlı bir kamuoyu var. Siz de bu kamuoyunun sesi soluğu oldunuz. Atatürk, 1937 yılında kişisel toprağı olan Atatürk Orman çiftliğini bir bağış senedi hazırlayarak şartlı olarak kendi halkına bağışlamış ve hazineye devretmiş. Sonra bu koşullar göz ardı edilerek çeşitli tarihlerde satışlar yapılmış. AOÇ’nin bu güne geliş öyküsünü bir de sizden dinleyelim. Tezcan Karakuş Candan: Atatürk, sizin de dediğiniz gibi 11 Haziran 1937 yılında şartlı bağışla Atatürk Orman Çiftliğini halka emanet etti. Atatürk Orman Çiftliği arazileri her dönemde talan edildi. AOÇ’nin talanında belirgin olarak siyasal üç dönem öne çıkmaktadır. Demokrat Parti dönemi, 12 Eylül askeri darbesi ve AKP dönemi. Bu üç dönem hem ekonomik altyapıyla, dışa bağımlı politikalarla, hem de baskıcı rejimlerden kaynaklı kırılma noktalarıyla paralellik taşımaktadır. Atatürk Orman Çiftliği arazilerinin satış ve devir işlemleriyle talanı ağırlıklı olarak 1950’li yıllarda Demokrat Parti (DP) döneminde gerçekleşmiştir.12 Eylül askeri darbesi ile Devlet Mezarlığı ve Hipodrom alanının AOÇ arazisinden kopartılması, Gazi Üniversitesi’ne satışlar yapılmasıyla kanun yoluyla devredilerek talan edilmiştir. AKP hükümeti döneminde ise AOÇ arazileri kuralsızlığın, hukuksuzluğun cirit attığı, el koyma, kiralama, protokol, tahsislerle, amacı dışında kullanımlar ile talan edilmesinin simgesi haline geldi. Bugün toprak varlığıyla Londra’da yer alan Hyde Park’ın 10 katı, New York’ta bulunan Central Park’ın 14 katı, Taksim Gezi Parkı’nın 920 katı büyüklüğünde olan Atatürk Orman Çiftliği’nin en geniş sınırlarının 52 bin dekarlık alana sahip olduğu gerçeğiyle hareket ettiğimizde, geldiğimiz noktada toprak bütünlüğünün %40’ı talan edilmiştir. 12 Eylül askeri darbesi ile startı verilen Neoliberal politikaların mekânsal uygulama alanlarından birisi olan AOÇ arazilerinde bu süreçte, Karadeniz Havuzu’nun kapatılarak Devlet Mezarlığı yapılması ve eski hipodrom alanına Atatürk Kültür Merkezi yapılmasıyla mekânların kimliğinin değiştirilmesinin başlangıcı haline geldi. AOÇ arazilerinin 1990’lı yıllarda, tahsisler, kamu kurumları ve özel kişilere kiralamaların artırılması, yerel yönetim eliyle, insansızlaştırılarak yalnızlaştırılması süreciyle halktan kopartılması, 2000’li yıllarda devam etti. AOÇ arazilerinde 2006 yılında plan yapma yetkisinin Ankara Büyükşehir Belediyesine verilmesi, AOÇ’deki talan sürecini hızlandırdı. Toplu taşımla ulaşılamayan, piknik alanlarının kapatıldığı Atatürk Orman Çiftliği, daha büyük talanlara zemin hazırlayacak bir ötekileştirme süreciyle karşı karşıya kaldı. AOÇ halktan kopartıldı, etrafı kapatıldı. Plan süreçleri ile amacı dışında kullanımlar gündeme getirildi. Kaçak Saray, yollar, Ankapark ile AOÇ arazileri neoliberal politikaların rant odaklı azgın kentleşmesi ile siyasal İslamın hesaplaşma mekanı olarak zirveye oturdu. Amuran: En son arazi satışı ABD Büyükelçiliğine oldu. Hükümet, Gazi Üniversitesine ait olduğunu söylüyor. Siz de “ortada hülle var” diyorsunuz ve dava açtınız. Oysa bu bölge Gazi üniversitesine Tıp Fakültesi yapılması amacıyla verilmiş. Burada Gazi Üniversitesinin de sorumluluğu yok mu,bundan sonraki süreci de anlatır mısınız? Candan: 1983 yılında kanunla Gazi Üniversitesine Tıp Fakültesi yapılması amacıyla devredilen AOÇ arazisinin TOKİ’ye devredilmesi, TOKİ’nin ABD Büyükelçiliği yapılması için satması, talan sürecindeki işbirliğini, hukuksuzluğu, hileyi bir kez daha gözler önüne serdi. AOÇ arazilerinin Gazi Üniversitesi’ne devredilmesi için son olarak kendi bütçesinden ödemesi gereken 5.934.420 TL, Kuzu Toplu Konut İnşaat ve Limited Şirketi ile Park Gazi İnşaat Yatırım AŞ unvanlı iki şirket tarafından ödenmiştir. Bu ödeme 2011 yılı Sayıştay raporlarında ifade edilmiş ve Gazi Üniversitesinin AOÇ arazilerini geri iade etmesi istenmiştir. Gazi Üniversitesi arazileri AOÇ’ye geri vermediği gibi TOKİ’ye satmış ve TOKİ’de 37 bin metrekarelik AOÇ arazisini ABD Büyükelçiliği’ne satmıştır. Bu süreçteki bütün satışların kanunen hukuksuz olduğu ortadadır. Gazi Üniversitesi yerine, Kuzu Toplu Konut İnşaat ve Park Gazi yatırım İnşaat, neyin karşılığında AOÇ arazisinin parasını ödemiştir, bunun kamuoyuna açıklanması dahası hukuksal işlem yapılması gerekmektedir. Hükümet bir yandan hamasi nutuklar atarak, dış politikada ABD karşıtlığı yapıyormuş gibi davranırken, öte yandan ABD Büyükelçiliğine hülle yoluyla AOÇ arazilerini satmaktadır. Her şey belgelerle ortadadır. Gazi Üniversitesi, TOKİ, İki sermaye şirketi, hükümet ve kendi topraklarına yönetmekten aciz, AOÇ Genel Müdürlüğü, Mustafa Kemal Atatürk’ün şartlı bağışına aykırı hukuksuz işlem tesis etmişlerdir. Bu satışı toplum vicdanı kabul etmeyecektir. Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak hukuksal süreç dahil her türlü anayasal hakkımızı kullanmaya devam edeceğiz. Gazi Üniversitesi ve TOKİ yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunduk. Diplomatik alan ile ilgili plan hükümlerine dava açtık, şimdide satışın iptali için protokole toplu dava açmak için hazırlık yapıyoruz. Ülkede ki adalet arayışımız AOÇ arazileri için devam edecek. AOÇ talanı ile ilgili AİHM’de bir davamız olmak üzere yüzü aşkın davamız var ve bu süreç hukuksuzluğun göstergesi olarak tarihe geçti bile. Amuran: ABD Büyükelçiliği 2013 yılında gösterilen tepkiye rağmen neden AOÇ’de ısrar etti? Çünkü diğer büyükelçilikler için Oran tepelerinde yerler tahsis edildi ve bazı Büyükelçilikler o bölgelere gittiler. Güvenlik açısından deniliyorsa o bölgeler de güvenlikli bölgeler.. Candan: ABD Büyükelçiliği’ne yönelik defalarca kez elçilik binasının yapılması için önerilen arazinin AOÇ arazisi olduğunu ifade ettik. Görüşmeler yapıldı, protestolar gerçekleşti. Burası güvenlik sorunu olan bir yer dedik. “Hükümetiniz bize önerdi, bizim için güvenlik sorunu önemli değil, biz çözeriz” dediler. Buradan da anlaşılacağı gibi, güvenlik sorununa bakışlarda farklılık var. ABD istediği kadar hükümetiniz bize önerdi desin, bu süreçte alan da satanda suç işlemiştir. Oran’da diplomatik site varken ABD’nin özelliği nedir ki başka bir yerde elçilik yapılması için halka emanet edilen en kıymetli arazimiz ABD’ye satılıyor? ABD, dünyanın saygı duyduğu bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetine diplomatik saygısızlık etmiştir. Arazinin AOÇ arazisi olmasının dışında kentsel değişim açısından da Ankara’nın en sorunlu bölgesi, plansızlığın hüküm sürdüğü, altyapının bu plansız dikey büyümeyi karşılayamadığı bir alan. Ulaşım daha şimdiden tıkanmış durumda. Kim bilir belki de ABD, Kaçak Saray’a yakın olmak, yada daha yakından kontrol etmek istemiş de olabilir. Amuran: Satın alınan arazinin artık ABD mülkiyetinde olması nedeniyle kamuoyu duyarlı ve tepkili. Öte yandan inşaat başladı ve hızla devam ediyor. Davayı kazandığınız anda ne gibi sonuçlar ortaya çıkacaktır? Candan: Atatürk Orman Çiftliği arazisinin hülle yoluyla ABD’ ye satılmış olması kabul edilir bir şey değil. Doğal olarak tepki alacak. İnşaatın devam etmesi pervasızlık, hukuksuz bir sisteme sığınmaktır. Arazinin ABD’ye satış protokolünde, herhangi bir hukuksal süreçle yapı kullanılamaz duruma gelir, plan iptal edilirse, Türkiye tarafı bu durumu çözmek için her türlü yardım yapacağını taahhüt etmiş durumda. Sürekli iktidarda kalınacak gibi protokol imzalanmış. Diğer yandan bir ülkenin bu kadar netameli ve bizim dışımızda da davaların olduğu bir alana talip olunması, akıl dışı bir olay. Davayı kazandığımızda, ya da şimdi bile bir diplomatik skandalla karşı karşıyayız. ABD ergeç oradan taşınacak. 19 MAYIS STADYUMU CUMHURİYETİN İLANI İLE BİRLİKTE İLK YAPILAN SPOR TESİSİDİR Amuran: Son tartışma konularından biri 19 Mayıs Stadyumuyla ilgili alınan bir karar oldu. Ankara 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Ankara 19 Mayıs Stadyumu'nun 'korunması gereken kültür varlığı'' şerhini kaldırması kararına itiraz ediyorsunuz. Kurula göre gerekçe nedir, sizce neden kaldırılıyor? Candan: Koruma kurulları çok uzun süredir bilimsel karar vermiyor. Siyasi kararlar veriyorlar, bu süreç çok açık bir şekilde AOÇ’de Kaçak Saray süreci ile zirve yaptı. Marmara Köşkü’nün ve İller Bankasının Tescilli Kültür varlığı iken yıkımına onay verende Koruma kurulları.19 Mayıs Stadyumu Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte ilk yapılan spor tesisidir. AKP Genel başkanı yıkılacak dedi, sonrasında kültür varlığı tescili kaldırıldı. Kurulun gerekçesi bu… Bilimden uzak itaat üzerine kurulmuş meslek etiğinin kalmadığı bir süreçle karşı karşıyayız. Rejimle hesaplaşmanın mekânsal karşılığı olarak Başkent Ankara, çok büyük tehdit altında. Çünkü Ankara Cumhuriyeti ve ideolojisini temsil ediyor, mekanlarıyla, kamusal alanlarıyla anıtlarıyla…Şimdi onun izlerini silerek başkentin Cumhuriyet kimliği yok edilmek isteniyor. DÜNYANIN NERESİNDE GÖRÜLMÜŞTÜR ÖNCE HASTANEYİ YAPIP SONRA YOL AÇMAK İÇİN BİNLERCE AĞACI KATLETMEK Amuran: Bu arada ODTÜ’nün orman arazileri de bugünkü siyasetin kurbanı haline getirildi. Ankara’nın soluk almamızı sağlayan oksijeni bol ormanlarla bütünleşmiş tek bölgesi. Alınan bir kararla bir gece de binlerce ağacımız kesildi. Bu alanlarla ilgili devletin koruma planları yok muydu, yapılacak yollar için alternatif bir çözüm bulunamaz mıydı ? Candan: ODTÜ ve AOÇ Ankara’nın en önemli yeşil akslarını oluşturuyor ve kentin nefes almasına olanak sağlıyor. Plansız büyümenin bir sonucu olarak kontrolsüz yapılaşma bu yeşil alanları baskı altına alarak yok ediyor. Ankara’da Bilkent’te yapılan şehir hastanesi uluslararası sermaye ile birlikte inşa ediliyor. Hastane yakında açılacak ama hastaneye ulaşım için yol olmadığını her nedense sonradan fark ediyorlar. Dünyanın neresinde görülmüştür önce hastaneyi yapıp sonra ona yol açmak için binlerce ağacı katletmek. ODTÜ ormanları, hem Bilkent Şehir hastanesine ulaşım baskısı, hem de, Gölbaşında İncek ,Kızılcaşar bölgesindeki plansız kat rejimi emsal artırımı ile şekillenen rantın baskısı altında. Bu nedenle uzun yıllardır, emekle büyütülen ağaçlar bir gecede ODTÜ yönetimi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi işbirliğinde katledildi. ODTÜ’den geçecek yollarla ilgili ODTÜ ve Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan protokol ile birlikte bir gecede 4.5 km lik yol açıldı, ağaçlar kesildi ve bu ülkenin başkentinde maalesef ki belediye başkanlığı yapan şahsiyet bununla övündü. Bu tam bir akıl, vicdan ve bilim tutulması hali. Hem ODTÜ yönetimi hem Büyükşehir Belediyesi el birliği ile ODTÜ’nün geçmişine ve geleceğine ihanet etmişlerdir. Ankara’yı nefessiz bırakacak kentin trafiğini rahatlatmak bir yana daha da çok sorun yaratacak bir yolun parçası olmuşlardır. ODTÜ’den geçecek tünel yolun ise, sadece giriş ve çıkışlarında aç kapa sisteminin yapılacağı ifade edilse de, bu sürecin böyle olmayacağına dair çok ciddi sabıkaları olan bir yönetim var karşımızda. ODTÜ’ye arazi vaadi veren bu yaklaşımın bir süre sonra ODTÜ arazisinin tamamına talip olacağı gün gibi ortada. Eymir’e yönelik baskılar ve protokol imzalanmasından hemen sonra Eymir’in gündeme gelmesi bütün bu süreçlerin habercisi. Başka bir yol olabilir miydi, bilim rehber alınsaydı olabilirdi. Hastane oraya yapılmazdı mesela. Ancak bir ülkede bilim yoksa adalet yoksa ortak akıl yoksa, alternatif çözümler dikkate alınmaz, hedef ranttır plansızlıktır. ODTÜ’nün koruma amaçlı imar planı elbette var, 4 kez değişiklik yapıldı. Hem koruma amaçlı imar planına, hemde bu değişikliklere, ayrı ayrı dava açtık. Koruma planları yada kültür varlığı olma sit alanı olma özelliklerinin işlemediğine şahit olduğumuz bir süreçte, adalet ve bilim yoksa koruma amaçlı imar planlarının da, Sit alanı olmasının da, tecilli kültür varlığı olmasının bir anlamı kalmıyor. Hukukun olmadığı bir süreçte değerlerimizi ancak halkın duyarlılığı ve tepkisi koruyabilir. Varlıklarımızın korunmasına yönelik mücadelemiz devam edecek. Amuran: Saracoğlu Mahallesi Ankara’nın dokunulmazları arasındadır, Başkent’in simgesidir. Siz,Saracoğlu Mahallesinin “Ankara’nın ilk toplu konut projesi olduğunu, alanın ağaçlar ve yapıların tamamının tescilli olduğunu” söylüyorsunuz. Saracoğlu’nun korunması ve fonksiyonel hale getirilmesiyle ilgili, sizlerin de önerdiği bazı projeler vardı, onlar ne oldu, bugün alınan kararlar ne gibi riskler getiriyor, Saracoğlu’nun öyküsünü de özetler misiniz? Candan: Saraçoğlu Mahallesi, Ankara kent merkezinde bir saklı cennet ve kent merkezinin son kurtuluş umudu. 29 Ekim 1944 yılında temeli atılan, Alman mimar Paul Bontaz tarafından tasarlanan Cumhuriyet’in ilk toplu konut alanı olan Saraçoğlu Mahallesi de tehdit altında. Cumhuriyetin 21.yılında temeli atılan Devlet Mahallesi olarak da geçen Saraçoğlu Mahallesi, dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun adını taşır. Genç Cumhuriyetin bürokratlarının konut sorunlarını çözmek için, idari mekanların hemen yanı başında tasarlanan Saraçoğlu Mahallesi bu haliyle, gerçekten bir Devlet Mahallesi. Başbakanlık, bakanlıklar ve yeni meclisin yanı başında, okuluyla, kütüphanesiyle, sosyal mekanları ile Cumhuriyetin üst düzey memurlarına verdiği önemin göstergesi. 75 bina 434 konuttan oluşan Saraçoğlu Mahallesi, bahçeleriyle, sokaklarıyla, kütüphanesiyle, okulu, dükkanları ve bugün Çankaya Kaymakamlığı olarak kullanılan yönetim merkezi ile 70 yılı aşkın bir süredir bu kentte yaşananlara tanıklık etti. Ağaçlarıyla binalarıyla alanıyla tescilli kültür varlığı olan, devletin Mahallesi Saraçoğlu, 1994 yılında lojmanlarının satışı ile gündeme gelmişti. Bu karara karşı toplumu hareketlendiren Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin muhalefet hareketiyle bu karar geriye dönmüştür. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 12 Mayıs 1994'te Saraçoğlu Mahallesinin satışına onay veren kararnameyi veto etmek durumunda kaldı. Saraçoğlu Mahallesi, kent merkezindeki konumuyla dün olduğu gibi bugünde rant ateşiyle yanıp tutuşanların hala ilgi odağı. 8 Şubat 2013 tarihinde resmi gazetede Bakanlar Kurulu kararı ile Saraçoğlu Mahallesi riskli alan ilan edildi. Mahallede ikamet edenlerle birlikte Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak bu karara dava açtık. Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin sekreteryasının yürüttüğü Başkent Dayanışması, sokak gösterileri yaparak Saraçoğlu Mahallesi için eylem planı geliştirdik. Sonrasında Saraçoğlu Mahallesine yönelik kent düşleri yarışması ile bu ülkenin gençleri Saraçoğlu Mahallesinin geleceğine dair projeler ürettiler. Bu projelerin hayata geçirilmesi için dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de destek verdi. Ancak şimdi gelinen noktada riskli alan kararı mahkeme kararıyla bizim lehimize sonuçlandı. Evler zorla boşaltıldı. Saraçoğlu Mahallesinin sokaklarına polisler yerleştirildi. Lojman Statüsü kaldırılarak ekonomiye kazandırılması için Maliye bakanlığına devredildi.17 Ağustos tarihli resmi gazetede yayınlanan karar ile de Saraçoğlu Mahallesi Emlak GYO’ya devredildi. Bu devir ile birlikte binalarının yıkılabileceği ve yeni yapı yapılabileceği ortaya çıktı. Şimdi Saraçoğlu Mahallesi’nin sessizliğine ses olarak, ranta kurban edilmemesi için mücadele etmek, kentin merkezindeki en önemli kamusal alan olarak yeniden kamusallaştırılması umudunu büyütmek hepimizin sorumluluğunda. DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE BİR GECEDE BİNLERCE AĞAÇ KESİLSEYDİ HÜKÜMET ERTESİ GÜNÜ İSTİFA EDERDİ Amuran: Demokrasilerde siyasetin yapıcı kararlar alması beklenir.Yıkıcı ya da yok edici kararların sonucu demokrasi tartışılmaya başlanır. Sözgelimi tarihi yapıların yıkılması veya binlerce ağacın kesilmesi gibi kararlara demokrasiyle yönetilen gelişmiş ülkelerde siyasi iktidarlar, cesaret edebilirler mi? Halk, kentine sahip çıkmaz mı, her şeyden önce bu bir kültür sorunu değil midir? Candan: Demokrasi aynı zamanda bir kültür sorunu. Bugün ülkemizde bir demokrasi kültürünün varlığından söz etmek oldukça tartışmalı. Mimarlık kültürü ve kültür varlıkları açısından da durum böyle. Tarihi yapılar gerçekten demokrasileri oturmuş ülkelerde büyük bir zenginlik olarak görülüyor ve onu korumak ve ülkenin tanıtımına katkı sağlaması için planlar geliştiriliyor. Gaudi’nin binalarını görmek için yılda 2.5 milyon turist Barselona’yı ziyaret ediyor. Bizde de aslında Cumhuriyetin erken döneminde yabancı mimarların yaptığı binalar böylesine bir potansiyeli bağrında taşırken, İller bankası gibi tescilli kültür varlıklarımız yıkılıyor, ODTÜ ormanlarında binlerce ağaç kesiliyor ve yöneticiler bu yıkımın ve tahribatın üzerinde fotoğraf çektirmeyi övünmeyi bir meziyet sayıyorlar. Yozluk, kültürsüzlük cehalet böyle bir şey. Kentsel mekana sahip çıkma konusunda, hem siyaset hemde toplum henüz kentle bütünleşemedi. Siyaset ve toplum henüz kentlileşmedi. Taksim gezi parkı, Atatürk Orman Çiftliğindeki kaçak Saray, Cerrattepe ve HES’lere karşı yürütülen mücadele bir bilinç sıçramasına neden olduysa da, ideoloji ile mekân bağlantısını kurma konusunda kentsel mekana sahip çıkma konusunda henüz boşluklar var. Bu da kent ve mimarlık kültürü ile çok bağlantılı, okullarda bir kent kültür mimarlık kültür dersleri yok. Biz bu yüzden 2002 yılından bu yana çocuklara yönelik Çocuk ve Mimarlık çalışmaları yapıyoruz, okullarda ve okul dışlarında. En azından gelecek kuşaklar kent ve mimarlık kültürü ile buluşsunlar çevrelerine karşı duyarlı olsunlar diye. Öte yandan rejimle hesaplaşmanın çok ağırlaştırıldığı bir süreçte, müfredat değişiyor, parlamento devre dışı bırakılıyor, ses çıkaranlara yönelik ağır baskılar var, gazeteciler içerde iken korkular toplumun her yanını sarıyor. Ülkemizde demokrasi ve adalet olmayınca ve bunu toparlayıcı topluma umut verecek bir harekette olmayınca herkes giderek kendi kabuğuna çekilmeye başlıyor. Sanıyorlar ki, görünmez ve sessiz olurlarsa bu süreç onlara dokunmayacak. Ama öyle değil, her şey adım adım alıştıra alıştıra geliyor. İller Bankası binasının yıkılması, ODTÜ ormanlarının kesilmesi, Marmara Köşkünün yıkılması, Havagazı fabrikasının yıkılması bu sürecin giderek Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alması, onun adını taşıyan stadyumların yıkılması anıtların kaldırılması, anıtlara saldırılar yapılmasının hedefi son kertede Anıtkabir’dir. Toplum bu yıkımlar ve tahribatlar sürecini rejimle hesaplaşmanın bir parçası olarak bütünlük içerisinde görmek durumunda. Aksi durumda çok geç olacak. Demokratik bir ülkede bir gecede binlerce ağaç kesilseydi, o hükümet ertesi günü istifa ederdi. Maalesef siyaset kültüründe istifa mekanizması da işlemiyor. ANITKABİR BU ÜLKENİN KURUCUSUNUN İKAMETGAHI SAYGI MEKANIDIR Amuran: Sadece Ankara’nın değil Türkiye’nin duyarlı olduğu mekânların başında Anıtkabir gelir. Anıtkabirle ilgili belli kesimlerin gizli niyetleri olduğu geçenlerde ortaya çıktı ve siyasi iktidar da bu niyetlere tepki gösterdi. Anıtkabirle ilgili bu gizli niyetler nedir? Candan: Çevremizdeki tüm kentleşme süreçleri ideolojinin bir parçası neoliberal siyasal İslamcı bir iktidarın yapılı çevredeki her adımı bu bakış açısının ürünü. Ankara Cumhuriyetin başkenti ve Cumhuriyetin simge yapıları burada, rejimle hesaplaşma bu yapılı çevrenin yok edilmesiyle devam ediyor. Ankara için 1/100.000 ölçekli 2038 çevre düzeni planı hazırlanıyor, plan raporunda neredeyse Cumhuriyet döneminin yapıları ve kültür varlıklarının esamesi bile okunmuyor. Her ne hikmetse bu çevre düzeni planı Büyükşehir Belediye Meclisinde oybirliği ile geçiyor. Plan okuyamayan, yapılı çevre kültürü olmayan, gelişmeleri değerlendiremeyen, 30 adım sonrasını göremeyen siyasi miyopluk süreci ile karşı karşıyayız. Anıtkabir süreci de böyle bir şey.Önce, itibarsızlaştırma tartışılır hale getirme, sonra yapılaşmaya açma ve sonrasında da simgeselliğini yok edecek bir yok etme ile karşı karşıya. Anıtkabir, bu ülkenin kurucusunun ebedi ikametgahı saygı mekanıdır. Anıtkabir yerleşkesinin her bir metrekaresine yapılan her şey özenle şeffaf yapılmak zorundadır. Geçtiğimiz yıllarda oyun parkı yapılması, sonra halı saha yapılması ve son olarak da plan değişikliği ile birlikte Anıtkabir süreci bir kez daha kamuoyunun gündemine oturdu. Bu plan değişikliğinin savunulacak hiç bir yanı yok. Anıtkabir’deki plan değişikliği, Cumhuriyetle hesaplaşan ve bunu Cumhuriyetin simge mekânlarına simge alanlarına ve onun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yansıtan bir anlayışın devamıdır. OHAL süreci ile Ankara’da daha derin yaşanan bir yıkım süreci işlemekte. Cebeci Stadyumu, 19 Mayıs Stadyumu, Arı Stüdyosu, Atatürk Çocuk Yuvası, Güvenpark, Opera Sergi Evi, ve Ulus’un yıkımı ve dönüşümü süreçlerinin düğmesine basılması ve tartışılmasını düşündüğümüzde, Ankara bir rejimle hesaplaşmanın Başkenti olmuş durumda. OHAL ile birlikte hızlanan bu yıkım sürecinin parça parça işletilmesinin hedefi Anıtkabir’dir. Bunu görmek istemeyenler bu ülkenin geleceğini inşa edemezler. Anıtkabir konusunda sürekli toplumun hassasiyeti yoklanmasının nedeni budur. Anıtkabir’de çocuk oyun parkının yapılması, halı sahanın yapılması son olarak da Anıtkabir’de yapılan plan değişikliği kararının 1 yıl 2 ay sonra 15 Temmuz arifesinde askıya çıkması, gizli özneleri olan meclis kararları, var olanın yasallaştırılması söylemleri, konuyu teknik bir sürece indirgeyerek, toplumun hassasiyetinin kırılması, sistematik bir sürecin işletildiğinin göstergeleridir. Bu süreç sadece teknik plan okuyarak görülemez. Bunun için plan kadar ideoloji ve siyaset okumak da gerekir. Maalesef bir planın otuz adım sonrasını okuyamayanlar, bütünlüklü olarak planı değerlendiremeyenler, Anıtkabir sürecinde kendi siyasal konumlarını koruma ve meslek fetişizminin kurbanı oldular. Bugün Anıtkabir’i koruyan şey teknik bir süreç değil, vicdanlı ve ahlaklı insanların duyarlılığıdır. Ankara’da Cumhuriyet dönemine dair yıkılan her yapı, yok edilen her kamusal alan Anıtkabirden bir tuğla çekmek anlamına gelmektedir. Anıtkabir anıtbloktan ibaret bir alan değildir, çevresiyle bir bütündür. Anıtkabir alanını daraltacak, yapılaşmaya açacak, yasal olmayanı yasallaştıracak, çevresini kuşatacak her türlü kararı reddediyoruz. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kamuoyuna sunduğu Anıtkabir sit sınırlarını, 2023 Nazım İmar planını yan yana koyduğumuzda bugün yapılmaya çalışılan değişikliğin ne anlama geldiğini görüyoruz. Ankara’nın 2023’ e kadar vizyonunu ve bu vizyonun nasıl gelişeceğini, kentsel ölçekte nasıl alanlar oluşacağının ana kararlarını veren plan, üst ölçekli plan, yani kentin üst aklı. Anıtkabir alanının daraltıldığını, makro formunun bozulduğunu işaret ediyor.2023 planına baktığınızda Anıtkabir sınırları içerisinde yer alan muhafız bölüğü yok, anıt park yok, spor tesisleri yok, sadece Anıtkabir’in anıt bloğunun olduğu alan görünüyor. Yani anıt blok bölümünün simgeselliğini sağlayacak çevresinin canına okuyacağız diyorlar. Anıtkabir sit sınırları ile 2023‘ü yan yana koyduğunuzda Fevzi Çakmak Caddesi üzerinde bulunan Anıtpark konut olarak görünüyor. Anıtkabir içerisinde, muhafız bölüğü alanı konut olarak görünüyor. 2017 planında askeriyeye ayrılmış alan yok, 2023 te konut alanına çevrilmiş, spor alanı yok konuta ayrılmış, 2023 nazım imar planında üst ölçekli , kimse bize leke demesin , lekelerde bu kırıklar olmaz, bu noktalar olmaz. Anıtkabirin müdahale paftalarını ilgili belediyelerden istedik göndermiyorlar, 2023 nazım imar planlarının 1/10.000 ve 1/5.000 lik planlarını istedik göndermiyorlar, Anıtkabir’in imar durumunu istedik göndermiyorlar. Bütün bu süreçleri de yargıya taşıyacağız. Demek ki göstermek istemedikleri şeyler var. Bütün bu süreçlerden bihaber şekilde bir şey yok orada diyenler ihanet ediyorlar. Anıtkabirle ilgili niyet ortada, 2023 te Cumhuriyetin 100.yılında yeni otoriter rejimin ilanı, Cumhuriyeti temsil eden tüm yapıların yıkımı…. başarılı olurlarsa durum budur, ama olamayacaklar. . Amuran: Oda olarak son yıllarda artık sorunları karşılıklı diyalogla demokratik bir ortamda çözme olanağı bulamıyorsunuz. Tek çıkar yol hukuk yolu diyorsunuz. Son yıllarda Ankara’nın tarihi dokusunu korumak ve Ankara’nın sembolü olan dokunulmazları için kaç dava açtınız? Kazandıklarınız oldu mu? Candan: Diyalog yöntemi ortadan kalktı, her şeye karar veren bir monolog süreci ile karşı karşıyayız. Anayasanın bize verdiği yetki ile bizde kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü olarak kamu yararını korumak için hukuksal sürece başvuruyoruz. 600’ü ’aşkın davamız var şu anda. Sadece AOÇ ve Kaçak Saray mücadelesinde, AİHM süreci ile birlikte 100’ü aşkın davamız devam ediyor. Her gün bir yenisi ekleniyor. Davalarımızın %80-90’ını bizim lehimize sonuçlanıyordu ama yargının yeniden yapılanması ve siyasallaşması ile dava süreçleri çok uzuyor, ehliyet sorgulamaları yapılıyor, esastan davalar reddediliyor. Hukuksal süreçlerde çok büyük bir siyasallaşma ile karşı karşıyayız. Ama yine de dava açmaya devam ediyoruz. Yeni bir hukuk süreci inşasında, açtığımız davaların delil olduğunu düşünüyoruz. Amuran: Ankara’nın tarihi dokusunu koruyamıyoruz.Havasını korumakta da zorluk çekiliyor. Benim uzmanlık alanım değil ama, eskiden hava sirkülasyonunu korumak için Çankaya gibi yüksek yerlerde belli bir kata kadar inşaat izni verilirdi. Bu nedenle açılan davalar olmuştu. Bugün en yüksek tepelere çok katlı binalar gökdelenler yapılmakta ve depreme karşı önlem olarak bilinen kent planlarına da pek uyulmamakta. Bu konuda da bir çalışmanız var mı? Biz Ankara’yı söyledik ama benzer örnekler diğer illerimizde de var. Candan: Ankara, çok uzun süredir plansız bir şekilde hormonlu büyüyor. 2023 nazım İmar planı onaylandığından bu yana 10 bin kez delindi. Her ay Ankara Büyükşehir belediye meclisinde 200 plan değişikliği kararı alınıyor, emsaller arttırılıyor. Bunun yanında Çevre Şehircilik İl Müdürlüğünde plan değişiklikleri yapılıyor. Parçalı ve rant odaklı, bütüncül olmayan şehircilik esaslarına aykırı bir planlama süreci işliyor. Alınan kararlarda bilimsellik hiçe sayıldığı için, Ankara’nın makroformu, iklimi, florası, faunası dikkate alınmıyor. Ankara giderek betonlaşıyor, vadiler yapılaşıyor, hava sirkülasyonunu sağlayan vadiler tıkanıyor ve giderek hava kirleniyor, yeşil yok oluyor ve Ankara nefessiz kalacak yaşanmaz hale gelecek bir kente dönüşüyor. Eskişehir yolu aksı, şimdiden tıkanmaya başlandı, altyapı oradaki yüksek yapılaşmaya göre planlanmadığı için kaldırmıyor. Kızılcaşar, incek, lodumlu yeni rant alanları olarak emsal artırımları ile mantar gibi dip dibe yüksek yapılarla doluyor. Afet durumunda toplanma alanlarımız yok. Biz bütün kurumlardan deprem sürecinde toplanma alanlarımız nereleridir diye sorgulama yaptık kapsamlı bir bilgi veremediler. Bütün büyükşehirlerde afet alanları yapılaşmaya açılmış durumda.Diğer kentlerde TOKİ eliyle yürütülen kontrolsüz süreçler tek tip yapılaşma kentin dinamiğini ve kültürünü ortadan kaldırırken çok büyük bir rant da yaratıyor. İstanbul, İzmir, Antalya aslında ülkenin dört bir yanı her bir metrekaresi sermaye birikimi sağlamanın bir aracı haline geldi. Karadeniz kıyıları dağları yaylaları yabancılara satılmış durumda. Geçtiğimiz hafta Trabzondaydık, başka bir ülkedeymiş hissine kapılıyorsunuz. Diyarbakır’da 10 bin yıllık kültürü kepçelerle dozerle yıktılar. Adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir süreçte ülkenin her yanı yangın yeri, kimi şehirlerde daha ağırlaştırılmış bir süreçle karşı karşıyayız. Amuran: Son yıllarda demokrasinin simgesi olan baskı grupları olarak adlandırdığımız odalar sendikalar ve diğer meslek kuruluşları, denetim ve yol gösterici uyarılarını rahatlıkla yapabiliyorlar mı, karşılaşılan en büyük sorun nedir? Candan: Oldukça zor süreçlerle karşı karşıyayız öncelikle bütçelerimizi daraltacak yönetmelik değişiklikleri yaptılar, meslek alanlarımız daraltılmaya çalışılıyor. Kimya Mühendisleri Odasında olduğu gibi yönetimi görevden almaya çalışıyorlar. Yöneticilerimiz hedef gösteriliyor. Son olarak TMMOB kanununu değiştirmeye ve yetkilerini sınırlamaya çalışıyorlar. Ancak bilimi, hiçbir kısıtlama engelleyemez. Biz bilimsel ve teknik bilgimizi halkın yararına kullanmaya devam edeceğiz. ANKARA DEMEK TÜRKİYE DEMEK CUMHURİYET DEMEK MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN EBEDİ İKAMETGAHI DEMEKTİR Amuran: Son olarak, okuyucularımıza, bilgilendirme açısından yeni haberleriniz var mı? Candan: Ankara bu ülkenin, Cumhuriyet’in Başkenti, Ankara’yı savunmak için Ankara’da olmak gerekmiyor. Anayasanın değişmez ve değişmesi teklif edilemez dört maddesinden birisinde ifade edilen başkent kimliği ile Ankara Mustafa Kemal Atatürk’ün idealleri ile şekillendi. Cumhuriyet modernitesinin kentsel planlamasının örnek kenti oldu. Sanatın başkenti, bilimin başkenti, kültürün başkenti oldu. Çoğu kez bana,“Ankara’nın neresini seviyorsunuz” diye soruyorlar. “Ankara bir devrimin başkenti” diyorum,“devrimi ülkeyi Cumhuriyeti temsil ettiği için seviyorum” diye cevap veriyorum. “Gelin birlikte Cumhuriyet’in temsil aksı Atatürk Bulvarını yürüyerek gezelim ben size her köşede her binada, her anıtta Cumhuriyetin kuruluşunu ve ideolojisini anlatayım, sizde seveceksiniz” diyorum. Anlattıkça “hiç böyle düşünmemiştik” diyorlar. Dolayısıyla Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak “yaşayan mekanlar, yürüyen kentler projesi” oluşturduk. Bunlar Ankara’nın yürüyüş rotaları olacak.Bende bu rotalar içerisinde “Cumhuriyet İdeolojisini Atatürk Bulvarı Üzerinden Okumak“ rotasını üstlendim.Bu yürüyüş rotalarına herkes katılabilir. Ankara’yı değerli kılan vazgeçilmez kılan, sevilesi kılan, uğruna mücadele edilesi kılan şeyde tamda budur, Türkiye Cumhuriyeti için Varlık değeridir. O zaman buradaki mücadele sahiplenme bir kent mücadelesinden öte başka bir şeye dönüşüyor. O nedenledir ki mücadele verdiğimiz her alanda, bu ülkenin cumhurbaşkanıyla bakanlarıyla, belediye başkanlarıyla elçilikleriyle karşı karşıya gelmek durumunda kalıyoruz. Ankara demek Türkiye demek, Cumhuriyet demek, Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi ikametgahı demektir. Bu başkentlik kimliğini Dünya kenti kimliğine taşımak, evrensel hukukun ve demokrasini inşa edilmesine olanak sağlamak Ankara’nın birincil görevidir. Cumhuriyetin başkenti Ankara İçin herkesin topyekün harekete geçme zamanı geldi. Ekim ayında bir ay boyunca organize edeceğimiz Dünya Mimarlık günü etkinliklerini, Ankara’yı Cumhuriyetle okumak “Ankara İçin Harekete Geç” teması ile gerçekleştireceğiz. Ankara için düşler, ütopyalar oluşturacağız. Ankara için düş kurmaya harekete geçmeye herkesi davet ediyoruz. Herkes bir kez daha Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanının tekrar tekrar okusun. Ankara’nın evrimini ve fiziksel peyzajını kendisine fon yaparak, Cumhuriyet Devrimi ile yaşanan değişimi, bir anlamda ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel peyzajını anlatan ve 3 bölümden oluşan romanın ilk bölümü Milli Mücadele yıllarını, ikinci bölümü zaferin rehaveti ve yönetsel erk içindeki fırsatçıların sahnede yer edinmesiyle yaşanan dejenerasyonu tasvir eder. Üçüncü bölümde ise Karaosmanoğlu’nun Türkiye ve Ankara’ya dair mutlu gelecek hayali kurgulanmıştır.Bu hayalin dinamik tutulması bizim mücadele kaynağımızdır. Ankara’ya sahip çıkma azmimizin can suyudur. Amuran: Açıklamalarınızla yorumlarınızla, Ankara’nıngerçek kimliğini gerçek değerini tanımladınız. Dileğimiz karar vericiler için uzman olarak yaptığınız yapıcı değerlendirmelerin,Ankara lehinde kararlar alınmasında uyarıcı olması, katkı sağlaması.Ekim ayındaki Dünya Mimarlık günü etkinliklerinizi heyecanla bekliyoruz. Çok teşekkür ederiz bu güzel söyleşi için. Candan: Ben teşekkür ederim. Nurzen Amuran Toplam Görüntülenme : 37190 |
Kategori Haberleri
Yorumlar
|